Bir insan "tek" yaşayan bir varlık değildir, biz aslında elli trilyondan fazla duyarlı hücresel vatandaştan oluşan bir topluluğuz. Gerçekte, trilyonlarca hücre içeren "deri kaplı" Petri kaplarıyız. Vücudumuzdaki kültür ortamı kandır. Sonuç olarak, vücudumuzdaki hücrelerin kaderi, kültür ortamının kimyasını değiştirerek kültürlenen kök hücrelerin kaderini etkilediği gibi, kanımızın bileşiminden de etkilenir (Not: Evet, yukarıda daha önce başka bir bölümde de belirtilmiştir. inanç biyolojisindeki yazılar blog).
O zaman büyük soru, "Kanımızın kimyasını ne kontrol eder, bu da sağlığımızın ve biyolojimizin kaderini etkiler?" Yukarıda belirtildiği gibi, vücudumuzu oluşturan trilyonlarca hücre, hücrelerin topluluğun yaşamını desteklemek için özel işlevler üstlendiği büyük bir topluluk halinde düzenlenmiştir. Bazı hücreler özelleşmiş kalp dokusu oluşturur; diğer hücreler kemikler, kaslar, deri ve kanı oluşturur. Sinir sistemini oluşturan farklılaşmış hücreler, dünya (çevre) hakkında farkındalık kazanmak ve bu bilgiyi hücresel topluluğun kaderini ve faaliyetlerini yönlendirmek için kullanmak üzere tasarlanmıştır.
Gözler, kulaklar, burun, tat gibi özelleşmiş sinir reseptörleri, çevresel bilgileri okur ve beyne sinyaller gönderir. "Algılama" süreci boyunca beyin, çevresel sinyalleri yorumlar ve buna karşılık düzenleyici kimyasalları vücudun kültür ortamı olan kana salar. Beyinden türetilen kimya vücutta dolaşır ve hücrelerimizin davranışını ve genetik aktivitesini kontrol eder. Sonuç olarak, çevremizi “algılama” şeklimiz sağlığımızı ve kaderimizi kontrol eder. En önemlisi, çevreye tepki verme şeklimizi değiştirdiğimizde sağlığımızı ve kaderimizi değiştiririz.
Genetik kontrolün arkaik inancı altında, aslında kendimizi kalıtımımızın “kurbanları” olarak algıladık. Aile soyumuzda kanser veya Alzheimer olsaydı, aynı kadere sıkışıp kalacağımızı tahmin etmemiz gerektiğine inanmaya yönlendirildik. Bununla birlikte, epigenetik bilim bu sınırlayıcı inancı tamamen yeniden yazar, çünkü "zihnimiz" aracılığıyla kanımızın kimyasını değiştirebileceğimizi ve bu süreçte kaderimizin "efendisi" olabileceğimizi ortaya çıkarır.
Zihin, çevrenin güvenli ve destekleyici olduğunu algıladığında, hücreler vücudun büyümesi ve bakımı ile meşgul olur. Stresli durumlarda, hücreler normal büyüme işlevlerinden vazgeçerler ve savunmacı bir 'koruma' pozisyonu alırlar. Normalde büyümeyi sürdürmek için kullanılan vücudun enerji kaynakları, stres dönemlerinde koruma sağlayan sistemlere yönlendirilir. Basitçe, büyüme süreçleri stresli bir sistemde kısıtlanır veya askıya alınır. Sistemlerimiz akut (kısa) stres dönemlerine uyum sağlayabilirken, uzun süreli veya kronik stres, enerji talepleri nedeniyle vücudun gerekli bakımını engellemekte ve sonuç olarak işlev bozukluğuna ve hastalığa yol açmaktadır.
Çözümler var! Bilincimizi özenle kullanarak, yüce sağlıktan hastalığa kadar her şeyi ifade eden yaşamlar yaratabiliriz.
Lütfen bu kaynakları keşfedin ve sizinle rezonansa girenleri bulun.
Sana sevgi ve ışık gönderiyorum!